İl: | Gümüşhane - Kelkit |
Derleyen: | Aleyna Kezban Özer |
Düzenleyen: | Aleyna Kezban Özer |
Kaynak Kişi: | Fa*** Ça***, 1954 |
Evvel zaman içinde Ayşecik adında bir güzel kız varmış. Ayşecik’in ne annesi ne de babası varmış, yalnızca bir üvey anası, bir de Fatma adında üvey bacısı varmış. Üvey anası devamlı Ayşecik’i çalıştırırmış. Her gün önüne bir inek katarmış, bir de eline yün ve iğ (yünden iplik yapmaya yarayan alet) verir: “ Al, bu ineği otlat, suyunu içir, yünlerini de ip yap gel, yoksa karışmam.“ dermiş.
Bir gün Ayşecik, yine ineğine su içirmek için kuyudan su alacakmış ki, düşmüş kuyuya. O zaman kuyunun altından bir yol açılmış. Ayşecik açılan bu yoldan gidiyorken önüne bir fırın çıkmış. Fırından ekmekler: “Yandık, bizi kurtaran yok mu? “ diye bağırıyormuş. Ayşecik hemen ekmekleri çıkarmış, bunları güzelce dizmiş, onlardan bir tane bile almadan yola koyulmuş. Biraz daha gitmiş. Bu sefer de bir bahçe dolusu elma: “Biz yeriştik, bizi toplayan yok mu? “ diye bağırıyormuş. Ayşecik elmaları güzelce toplamış, onlardan da bir tane bile almadan yoluna devam etmiş. Gide gide bir eve gelmiş. Orada bir nine, bir sürü de kaz varmış. Selam vermiş, demiş: “Nine beni misafir edebilir misin? “ Nine: “Tabii ki ederim kızım, ne demek? “ demiş. Ayşecik, ihtiyar nineye hizmet etmiş, kazlarını yaymış, yemeğini pişirmiş, evini temizlemiş, gönlünü hoş etmiş. Aradan bir hafta geçmiş. Ayşecik nineye:
—Nineciğim, ben evimi öyle özledim ki, beni yolla gideyim, demiş. Nine de:
—Tabii ki yollarım kızım. Bu akşam yatalım, kara su gelende beni uyandırma, sarı su gelende beni uyandır, demiş.
Akşam olmuş, nine uyumuş, Ayşecik beklemiş, kara su gelmiş, uyandırmamış. Sarı su gelende nineyi uyandırmış. Nine Ayşecik’i sarı suya atmış, “git “ demiş. Sarı suyun içinde Ayşecik’in her tarafı altın olmuş. Su, onu kendi memleketine götürmüş. Ayşecik evine gidiyorken horozları: “Gıkgılıgııı… Altınlı Ayşe ablam geliyor, Gıkgılıgııı… “ diye bağırıyormuş. Ayşecik eve gidende herkes ona hayran kalmış. Ama üvey anası ve bacısı onu kıskanmışlar. Anası: “Sen böyle nasıl oldun? Çabuk söyle, benim kızım da olsun.“ diye kızmış. Ayşecik de kuyuyu tarif etmiş: “Kuyuya atlasın, önüne çıkan yolunan gitsin.“ demiş.
Üvey bacısı Fatma, hemen gitmiş kuyuya atlamış. Önüne çıkan yola koyulmuş. Yine ekmekler: “Yandık! Bizi kurtaran yok mu? diye bağırmış. Fatma: “Bana ne, yanarsanız yanın, sahibiniz gelsin de sizi çıkarsın.“ demiş. Sonra, elmalar: “Bizi toplayın.“ demişler, onlara da: “Toplamam, sahibiniz toplasın.“ demiş. Gide gide ihtiyar nineyi bulmuş. Nine:
—Kızım, ben çok yaşlıyım, kalk yemek yap da yiyelim, diyende Fatma:
—Kendin yap da ye, bana ne demiş. Sonra da nineye:
—Ben sana hizmetçilik yapmaya gelmedim. Çabuk kalk beni de Ayşe gibi altınlı yap, gideceğim, demiş. Nene de:
—Ben yatım da sen bekle. Sarı su gelende beni sakın uyandırma, kara su gelende uyandır, demiş ve uyumuş.
Fatma beklemiş, kara su gelende nineyi uyandırmış. Nine, onu suya atmış. Fatma su ile gelmiş. Sudan cıkmış ki, ne altını; her tarafı kara… Alnında da bir tane büyük siğil çıkmış. Horoz, yine çıkmış bir dala: “Gıkgılıgıııııı… Siğilli Fatma geliyor, gıggılıgıııııı…” diye bağırmış.
O gece Ayşecik’i istemek için dünürcüler gelmiş. Üvey annesi, Ayşecik’i kümese hapsetmiş. Fatma’yı, Ayşecik’in yerine koymuş. Fatma tam gelin olmuş gidiyorken, horoz yine çıkmış bir dala: “Gıkgılıgıııııı… Altınlı Ayşe ablamı hapis ettiler, siğilli Fatma’yı gelin ettiler. Gıkgılıgıııııı…” diye ötmeye başlamış. Böylece herkes, üvey annenin yaptığı hilekârlığı anlamış ve Ayşecik’i gelin etmişler. Fatma ile annesinin de cezasını vermişler.
