İl: | Gümüşhane - Kelkit |
Derleyen: | Aleyna Kezban Özer |
Düzenleyen: | Aleyna Kezban Özer |
Kaynak Kişi: | Tür*** Do***- 1949 |
Bir varmış bir yoğmuş, evvel zaman içinde halbur saman içinde bir kadın yaşarmış. Bu kadının kocası ölmüş. Bu kadın bir gün suya giderken bir tane karga yoluna çıkmış “hay beni vay seni” demiş. Kadın her suya gittiğinde karga karşısına çıkıp “hay beni vay seni” diyormuş. Kadın kendi kendine düşünmeye başlamış, “ Allah Allah bu karga bana niye her gün böyle diyor” demiş. Kadın bir ermişe gitmiş durumu anlatmış:
– Ben suya giderken karga bana her gün “hay seni hay beni” diyor, demiş.
Ermiş:
– Sen bir yerde kırk gün ölüyü bekleyeceksin karga sana onu demeye çalışıyor, demiş.
Kadın:
– Ben öyle bir ölü bekleyeceksem gideyim bakayım nerde bekleyeceğim, demiş.
Kadın her şeyini toplamış, yola koyulmuş. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Karşısına bir ev çıkmış. Evin kapısını açıp giriyor, bakıyor ki kimse yok. Ses veren yok ses çağıran yok. Kadın içeri girince evin yüzünde yatan ölüyü görüyor. Demek ki ben bu ölünün başını bekleyeceğim, diyor. Kadın, ölünün başına oturuyor; başını dizine alıyor, kırk gün ölüyü bekliyor. Kırkıncı gün kadının yanına bir tane dilenci geliyor:
– Bacım çok açım, bana bir şeyler verir misin? Diyor.
Kadın:
– Ben sana yardım edemem, benim meftam var onu bekliyorum, diyor.
Dilenci yalvarınca kadın dayanamıyor. Yerinden kalkıyor içeride yiyecek bir şey var mı diye bakmaya gidiyor. Kadın, yiyecek bir şeyler bulup dilenciye getiriyor, bir bakıyor ki ölü dirilmiş. Bir yakışıklı delikanlı olmuş. Dilenci, dirilen adama “ben senin karınım” diye yalan söylüyor. Kadın da “ben senin kırk gün başını bekledim, asıl ben senin karınım” diyor. Kadın, adama ne derse desin inandıramıyor. Adam, dilenciyi karısı sanıyor, başını bekleyen kadını da kazlara çoban yapıyor.
Kadın, her gün kazları yaymaya başlıyor. Kazları yaydıktan sonra eve geliyor, kazların pininde uyuyor. Dilenci kadın da içerde sefasını sürüyormuş. Aradan üç gün beş gün geçmiş. Kadın her gün kazları yayıp her gün ağlıyormuş.
Adam, bir gün pazara gidecekmiş. Gitmeden önce dilenci karısına sormuş:
– Benden ne istersin?
Dilenci:
– Elbise, altın isterim, demiş.
Adam, kazları yayan kadına da sormuş:
– Sen ne istersin, demiş.
Kadın:
– Ben senden bir sabır taşı bir de subur taşı isterim, diyor.
Adam pazara iniyor, karısının her isteğini alıyor. Kazların çobanına da sabır taşı subur taşı alıyor. Taşı aldığı adam diyor ki:
– Bunu kime götürüyorsan dinle bakayım ne derdi varmış, diyor.
Adam pazardan eve geliyor. Karısının hediyelerini veriyor. Kaz çobanının isteklerini de veriyor. Akşamdan ahıra saklanıyor “bakayım bu kadının derdi neymiş” diyor.
Karanlık oluyor, kadın başlıyor derdini anlatmaya:
– Sabır taşı subur taşı, sen benim neler çektiğimi biliyorsun, ben uzak bir yerde dul kadındım, bir gün karga bana “hay beni de vay seni” deyince bana bir ermiş, kırk gün ölü başı bekleyeceksin dedi. Tam kırk gün bekledim kırkıncı gün dilenci geldi beni kandırdı, demiş.
Kadın ağlaya ağlaya derdini anlatırken sabır taşıyla subur taşı da birbirine vuruyormuş. Sen haklısın sen haklısın, diye. Adam her şeyi duyuyor. Sabah oluyor karısına gidiyor:
– Demek sen bana yalan söyledin, benim başımı bekleyen kaz çobanıymış, seni atın arkasına mı bağlayım yoksa köyüne mi süreyim? Diyor.
Dilenci:
– Beni babamın evi köyüme yolla, diyor.
Adam hatasını anlayıp kaz çobanıyla evleniyor. Mutlu mutlu yaşıyorlar.
